MUZAFFER ÇEVEN

MUZAFFER ÇEVEN

KÖY ve KÖYLÜ…

KÖY ve KÖYLÜ…

Köy, kırsal hayatın mâzideki adı… Kırsal yerleşim yerleri, ihtiyacımız olan yiyeceklerin, içeceklerin ve hatta teneffüs ettiğimiz temiz havanın temini için gerekli… Kırsal alanlarda hayatımızı sağlıklı sürdürebilmek için geleceği düşünerek gerekli tedbirleri bugünden almamız son derece mühim… Kırsalda yaşayanlar, köylü… Varlıklı insanların kendilerine uygun gördükleri yaşam alanları, bir bakıma kırsal alan hâline getirilmiş, diğer insanlardan soyutlanmış yeşilliğin korunduğu mahaller, mahalleler... Yalılar, köşkler, villalar vb. mekânlar… Varlıksız insanların yaşadıkları yerler ise, köyler ya da şehrin varoşlarındaki kırsal yerleşim yerleri… Varlıklı olan birinin yaşadığı alanda yüzlerce insanın barınması mümkün… Köyün, büyüyerek tarımda üretim merkezleri hâline getirilmesi önemli… Köyde yaşayan insanlarımızın ise hâkir görülmemesi ve onlara gerçek değerlerinin verilmesi ve onlara hürmet edilmesi çok daha mühim… Köylülerden oy devşirme gayretleri boşa çıkınca, onlara tepeden bakma anlayışı ise, son derece vahim…

Bir gün Kanuni Sultan Süleyman, mahremleriyle görüşürken onlara “Velinimet-i âlem (dünyanın efendisi) kimdir?” diye sormuş… Onlar “Padişah efendimizdir” diye cevap vermişler… Sultan Süleyman, “Hayır, dünyanın efendisi reâyadır ki, ziraat ve harâset (çiftçilik) emrinde huzur ve rahatı terk ile iktisab ettikleri nimetle bizleri it’âm ederler”… Reâya; yönetilenler (yönetici sınıfın dışında kalan tüm tebaa, halk), tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylüler, şehir veya kasabalardaki tüccarlar, zanaatkârlar, konargöçer yaşayan topluluklar anlamında… İt’âm; beslemek, yedirmek, karnını doyurmak, sofra hazırlamak, iaşe etmek, şölen düzenlemek, ziyafet vermek, ikramda bulunmak mânâsında… Kanuni Sultan Süleyman, köylüleri dünyanın efendisi olarak ifâde etmiş… Bu sözü, Mustafa Kemal Paşa da dillendirmiş… Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Mart 1922 tarihinde TBMM’de 3. Yasama Yılı Açış Konuşması’ndan◼ (Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. 1, C. 18, Sa. 2) bir kesit: “Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? (Köylüler sesleri) Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür. (Şiddetli ve sürekli alkışlar) O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna lâyık olan köylüdür. (Sürekli alkışlar) Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ekonomik politikası bu önemli amacının sağlanmasına yöneliktir. Efendiler, diyebilirim ki, bugünkü felâket ve yoksulluğun tek nedeni bu gerçeği ihmal etmiş olmamızdır. Doğrusu yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız ve buna karşılık daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu ülkenin gerçek sahibi huzurunda bu gün büyük utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım. (Şiddetli alkışlar)… Efendiler, Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını çağın ekonomik tedbirleri ile en yüksek düzeye çıkarmalıyız. Köylünün işlerinin sonucu ve çalışmasının semeresini kendi yararına en yüksek düzeye çıkarmak ekonomik politikamızın ana prensibidir. Bundan dolayı bir yandan çiftçinin çalışmasını artıracak ve verimli kılacak bilgi, araç ve fennî aletlerin tamamlanması ve sağlanmasına ve diğer yandan onun bu çalışmasının sonucundan en fazla yararlanmasını sağlayacak ekonomik tedbirlerin alınması için çalışmak gereklidir. Şimdiye kadar yolun olmaması, modern taşıma araçlarının bulunmaması, değişim usullerinin çiftçi aleyhine olması ve hükümet kanunlarının çiftçiyi korumaması gibi engellerin kaldırılması gereklidir. Bu noktada özellikle zirai ürünlerimizi buna benzer yabancı ürünlere karşı koruyamaz duruma düşmemizden dolayı milletimizi bu günkü ekonomik sefalete düşüren kaldırılmış kapitülâsyonların feci durumunu hatırlatmadan geçemem. Bildiğiniz gibi, ülkemiz ekonomik kuruluş ve çevre yönünden kuvvetli durumda değildir. Özel sektör kuruluşları da serbest ticaret mücadelesine dayanabilecek bir güce gelmemişlerdi. Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri Avrupa rekabetine karşı kendisini koruyamayan ekonomimizi bir de iktisadi kapitülâsyon zincirleriyle bağladı. Kuruluş ve özel sektör yönünden ekonomik alanda bizden çok kuvvetli olanlar, memleketimizde bir de ayrıca imtiyazlı durumda bulunuyorlardı. Gelir vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri eşyayı, istedikleri şartlar altında ülkemize sokuyorlardı. Bütün ekonomimizin her bölümüne bu sayede kesin olarak hâkim olmuşlardı. Efendiler, bize karşı yapılan rekabet gerçekten, çok gayri meşru, gerçekten çok yok edici idi. (Kahrolsunlar sesleri) Rakiplerimiz bu davranışlarıyla gelişmeye elverişli sanayiimizi de öldürdüler. Tarımımıza da zarar verdiler. Ekonomi ve maliyemizin gelişmesi ve olgunlaşmasını önlediler.”…

Geldiğimiz noktada köy ve köylü ile alâkalı söyleyebileceğimiz o kadar çok şey var ki… Oruç tuttuğumuzu zannedip kul hakkı yiyerek yemeden içmeden dursak, başımızı secdeden hiç kaldırmasak, toprağa yüz sürsek, yaptığımız her bir şey boşuna… Varlıksız olanın yaşadığı yerde bile gözü olan varlıklıların varlıklarına, egolarına koca dünya bile yetmez… “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!” (Necip Fazıl Kısakürek)… Toprağın üzerinde verilen bu kavgayı, varlıklı olan da varlıksız olan da kaybetmeye mahkûm… Toprağın üstünde iken toprağı işlememek, toprağın altına girince, toprak olunca ne işe yarar? Köy ve köylü, gerçekten bize bizliğimizi hatırlatan, topraktan geldiğimizi, ona döneceğimizi bildiren kıymetlerimiz! Kır, köy ve kent hayatı… Paranın câzibesine kapılan orta sınıf, işçi ve emekçi olan insanlarımız kentlerin varoşlarında (kent ya da kasaba merkezlerinin dışında, uzağında kalan mahallelerde, dış mahallelerde) kümelenmişler… Maddî imkânı az ya da sınırlı olanlar, doğanın kucağında kırsal bölgelerde, aslında zenginlerin imrendikleri temiz havayı bedava teneffüs etmekteler… Bir avuç insanın mutluluğu için, diğer insanların kentlere hücum etmesi akıl kârı değil elbette… Medeniyet rüzgârından kırsal kesimlerin istifâde edebilmeleri sağlanabilseydi, kentlerden köylere göç söz konusu olabilirdi… Tabiatı katletmeden, kirletmeden, yok etmeden ‘küresel kırsallaşmak’ diye yeni bir hayat tarzı revaçta olabilirdi… Sanayileşmeyi çorak sahalarda yapmak, yaşadığımız alanların tamamını kırsal alanlar hâline dönüştürmek ve toprağı beton bloklarla değil, ağaçlarla donatmak tek çözüm aslında… Köyler, birkaç ev ve eklentileri ile tarım alanlarına sahip, çok fazla nüfusun olmadığı yerler… Köylerde nüfus yoğunluğu çok az ve işletmeler hemen hemen yok denecek kadar az… Tarımla hayvancılıkla uğraşan köylüler… Şehirleşme olmamış şehir sınırları dışında, geniş yerleşim mekânları olmayan köylerde, kasabalarda, ovalarda, meralarda vb. alanlarla yaşayanlar, hakkıyla toprakla hemhâl olamamışlar… Eğitim, sağlık ve diğer altyapı imkânlarının yetersizliği, kırsaldaki zorlayıcı ekonomik ve sosyal hayat şartları, kan davaları ve terör gibi sebepler yüzünden köylerden kentlere göç sürmekte… Köylerin terk edilmesi, kısa vadede çözüm olabilir; ancak uzun vadede, kentlerin kırsallığını yitiren büyük köyler hâline gelmesine de sebep durum… Kentler, köyleri birbirine bağlayan merkezler olsa; nüfusun kentlerde yoğunlaşması da önlenebilir… Köyler, sanayileşmiş modern tarımın ve hayvancılığın merkezleri olmalı… Tarımın ve hayvancılığın modern usullerle yapıldığı köylerimiz olmalı… Tarım, bahçe, tarla, hayvan yetiştiriciliği vb. faaliyetler, ormancılık, balıkçılık, sağlık, küçük girişimcilik, kırsal sanayi, ekoloji (çevrebilim), çevre, turizm, su, konut, eğitim hizmetleri, teknoloji, kadın, çocuk, topraksızların istihdamı vb. programları kapsayan ‘kırsal kalkınma projeleri’ acilen harekete geçirilmeli… Köylülerimizin eğitimine ihtimam gösterilmeli… Keşki, her bir köylümüz, çiftçimiz, ziraat teknisyeni ya da ziraat mühendisi olabilse…

Ülkemiz, uzun yıllardan beri bir tarım ülkesi olarak sınıflandırılmaktaydı… Tarım sektörünün GSMH’deki (Gayri Safi Millî Hâsıla: Ülkemiz vatandaşları tarafından hem yurt içinde hem de yurt dışında bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin belli bir para birimi karşılığındaki değerinin toplamı) payının % 6 civarlarına gerilemesi ve tarım sektöründe istihdam edilenlerin çalışan nüfusa oranlarının %30'lara düşmesi gerçekten çok üzücü… Ülkemiz, 1980'lere kadar gıda açısından kendi kendine yeten dünyadaki sayılı ülkelerden biri idi… Gıdada kısmen dışa bağımlı hâle gelmemiz, acı… Son yıllarda, 11. Kalkınma Planı politika ve tedbirleri ışığında; kırsal kesimdeki ekonomik ve beşerî kaynak potansiyelinin millî kalkınma yolunda en verimli şekilde değerlendirilmekte olması ise, sevindirici… Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven kanalımı takip etmeniz, linki paylaşıp destek olmanız, olumlu-olumsuz görüşlerinizi, eleştirilerinizi iletmeniz dileğiyle…

https://www5.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/1d3yy.htm#:~:text=T%C3%BCrkiye'nin%20sahibi%20ve%20efendisi,ve%20buna%20lay%C4%B1k%20olan%20k%C3%B6yl%C3%BCd%C3%BCr.

Bu yazı toplam 1617 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
MUZAFFER ÇEVEN Arşivi
SON YAZILAR