ORİJİNALİ...
Orijin (Fransızca, origine), başlangıç, köken, asıl… Orijin (Latince, origo, origin), başlangıç, doğum yeri… Oriri (Latince), doğmak –güneş, çıkmak, başlamak… Orijinal (Fransızca, original), hakikî, özgün, benzersiz, eşi benzeri olmayan, otantik (Fransızca, authentique, aslına uygun olan), alışılagelenden daha değişik, şaşırtıcı nitelikte olan, fabrikası tarafından yapılan, taklit olmayan araç ve gereç… Orijinal bir tablo, ressamın kendi eliyle yaptığı ve başka bir kopyası olmayan eser… Orijinal bir film, daha önce çekilmemiş, yeni ve ilgi çekici bir konuya sahip sinema filmi… Orijinal bir fikir, daha önce kimse tarafından düşünülmemiş, etkileyici olan düşünce… Orijinal olan, değerli olan, emek verilen iş, eser… Orijinal bir kitap, orijinal bir ürün, orijinal bir tasarım… Replika ürün; orijinal ürünle birebir aynı kopya olan fakat orijinal ürün kalitesinde olmayan ürün… Replika ürün, telefonlarda ayakkabılarda ve çantalarda söz konusu… Replika ürün, yan sanayi ürünü, taklit olan ürün…
Bir şeyin hakikisi, aslı, orijinali; fotokopisinden, sahtesinden uzmanları tarafından kolaylıkla ayrılır… Sanatta, edebiyatta, sosyal hayatta, her bir konuda bir şeyin aslını, sahtesinden ayırabilmek; mihenk taşı ile mümkün… Mihenk taşı, değerli olanı, değersiz olandan ayırabilmenin görünür görünmezin akıl kalp terazisi… Kendimize özgün ve özgür olmanın adıdır orijinal kişilik ve karakter sahibi olmak… Büyük işler ve yenilikler, orijinal insanlarla yapılabilir… Orijinal olmak içim marjinal (sıra dışı) olmak mı gerek? Masa başında ve sıralarında pinekleyenlerin anlayamayacağı bir durum bu… Düşünce çilesi çekmeyenin, liyakatsiz olanın, kendiliğinden görevinden çekilmesini beklemek beyhude… Orijinal olanın tavrını, basmakalıp sallabaş olan birinin anlaması çok zor… Kalite, kaliteli olanın meselesi… Orijinal olan kaliteli bir nesne ya da kişi… Derdi, onu bunu kopya ederek otlakçılık yapan biri, sıradan biri şeyi, habbeyi kubbe yapan biri, kaliteyi anlamakta devre dışı kalır… Paranın sahtesi, davranışta ve insanlıkta insanın sahtesi, sevginin ve içtenliğin sahtesi; öylesine her şeyi ve her kimseyi kuşatmış, yaşadığımız toplumda maalesef… İlişkiler sahte, çıkarlar geçerli akçe… Kime, neye, nasıl güveneceğiz? Bir mal ve hizmet alırken? Biriyle bir iş yapmada sözleşirken… Bir proje üretirken…
Orijinalinden saparak, sonrasında sapkınlık noktası ile orijinali arasındaki zikzaklar çizilerek, güya sanat adına yapılanlar… Kadim medeniyet değerlerimizin dumura uğratıldığı bilinçli yozlaşma hareketleri… Onlarca misâl verilebilir… Bu, belki başta mâsum gibi görünen kültür emperyalizmin içimize soktuğu psikolojik savaş yöntemleri… Taklit üzerine yapılan kurgulamalar… Cinsel eşitlik söylemine kadar uzanan süreç… Taklidin masumiyetinin bittiği ve toplumu zehirleyen bir noktaya evrildiği hengâme… Sanat diye yapılan kısmıyla alâkalı yorumları uzmanlarına bırakalım… Taklit üzerine kurgulanan gösteriler… Bir misâl… Zennelik… Zennelik, ya da erkeklerin kadın rollerine çıkmaları hem Türk tiyatrosunun, hem Batı tiyatrosunun çok eskiye dayanan bir geleneği… Hem Batı, hem Doğu dinleri ağırlıklı olarak kadına sahne yasağı getirilmesi nedeniyle, Türk tiyatrosunda zennelerin, Batı tiyatrosunda kadın rollerini oynayan ve bu konuda uzmanlaşan erkeklerin, operada kadın seslerini üstlenen kastratoların ortaya çıkması… Hiçbir şey orijinali kadar etkili olamaz; ancak taklidi yapılan her bir şey, kim bilir, belki de bizdeki özün ve öz değerlerin törpülenmesinde daha etkili… Espri diye olur olmaz şeye gülmek, duyguların işlevsiz hâle dönüşümüne sebep… Gülmek, bu kadar ucuz olmamalı… Espri diye küfürle, dedikoduyla ve basmakalıp alıntı fikirlerle beslenenler, aslında, muhataplarında gördükleri, kendi yansımalarıdır… Lâtife/espri değildir bu; alay ve aşağılamadır böylesi hâl… Alayla mizahın arasında hiçbir bağ yok aslında... Mizah bir sevgi, alay ise nefret eylemidir… Mizah, stresli deneyimler sırasında gevşememize, hafiflememize ve rahatlamamıza sebeptir… Bir şeyin makûl izahı olmazsa, hemen o an mizahı oluverir… “Akıllı insan şaka ile söylenen sözden bile ders alır ve istifade eder, bir hisse kapar. Cahile yüz kez dâhiyane söz söylesen kulağına girmez, ona vız gelir; masal sanır.” (Şeyh Sadi Şirazi)… Espri yaparken gerçekleri söyleriz… Gerçekler, kim bilir belki de dünyanın en gülünç şakalarıdır… “En çok şaka yapanlar, yüreği en çok sızlayanlardır.” (Maksim Gorki)… Espriyi taklit illetine mâruz bırakmadan yapmalıyız ki, söylediklerimiz can yakmasın… Şakanın bile orijinal ve kaliteli olanı, tesirli ve değerli…
Orijinal olmayan, uyduruk kurban fıkrası… “Çocuğu olmayan Hazreti Davut, Allah’a dua etmiş ve ’Yarabbi bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeyim’ demiş... Dua tutmuş; Davut, kızının adını Ayşe koymuş... Bir gün hatırlamış, çocuğunu kurban etmesi gerektiğini… Hz. Davut kızı yatırmış, tam boğazını kesip kurban edecekken, Azrail gökten bir keçiyle çıkagelmiş ve ’Kızı bırak, al bu keçiyi kurban et’ demiş...”… Fıkranın orijinali, bambaşka mâlum… Hz. Davut değil, Hz. İbrahim; kız değil, erkek; Ayşe değil, İsmail; Azrail değil, Cebrail; kurban edilen keçi değil, koç… Aslı astarı olmayan her ne ise, sormadan sorgulamadan hemen atlayıp kabullenivermenin neticesi, hem içimizi hem dışımızı ifsat eder… Koyunun olmadığı yerde keçiye razı oluruz… Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi der, her şeye katlanırız… Otlak arazide koyun olmayınca mecburen keçiye bel bağlarız… Keçi koyunun yerini ne kadar kapatabilir? Bu, yokluktan, muadili olmayana katlanmak ve kabullenmek zorunda kalmaktır… ‘Koyunun Bulunmadığı Yerde Keçiye Abdurrahman Çelebi Derler’ hikâyesi… Osmanlı döneminde her değerli ilim adamının belli bir makamı varmış… Şeyhülislamlık makamına o devrin en gözde âlimlerinden birisi çıkarılırmış… Her işe en ehil olan seçilirmiş… Abdurrahman Çelebi; kazasker, şair bir devlet adamı imiş… Bu nedenle daha liyakatlisi bulunmadığında, aslında kendi çapında değerli olan Abdurrahman Çelebi’ye atfen, ‘Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi’ sözü söylenir olmuş… Bir ortamda yetkin insanlar bulunmadığında, kendisini büyük gören kişilerin, her zaman kendilerini öne çıkarmaya çalışmaları bir vakıa… Zira “Bal olan yerde sinek de bulunur.” (Atasözü)… Bir iş veya bir olay varsa etrafında mutlaka o işten faydalanmak isteyen insanlar bulunur… Güzel bir iş başaran insanların çevresinde işe yaramayan ve sadece faydalanmak isteyenler olur…
Orijinal olan, mümtaz olan, hakikî dost olan; sıkıntılı zamanlarda, bize orijinal davranandır, asil davranandır, izzet-i nefsimizi kırmadan elimizden tutandır… Orijinal olanın kıymeti elden gittikten sonra anlaşılır... Her bir şeyin orijinali, her bir bireyin orijinali tercih edilmeli… Orijinal kalabilmek önemli… Basmakalıp tiplerle yüzgöz olmak, en büyük illet… Bu gerçeğin idrak edildiği gün, kurtulur ancak millet… Batıya kayıtsız koşulsuz bel bağlayanların başı daha ne kadar ağrımalı? Batı derken battığımızın, sadece taklidini yaptığımızın başka nasıl izahı olabilir ki? Selam, sevgi ve saygılarımla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.