ŞEHİTLİK ALLAH İÇİN ÖLÜMSÜZLEŞMEK
Şehit, “şahit olan, hazır bulunan” demektir. Ölüp yok olan, kaybolup giden (gâib) değil berhayat olan, tabiri caizse ölümsüzleşendir. Bunun içindir ki şehit diridir, ölmez, ona “ölü” denmez.(Bakara, 2/154.) Yeri ve zamanı geldiğinde canından daha mukaddes bildiği dini, milli ve mânevî değerler uğruna dünyadan ve dünyadaki her şeyden vazgeçip canını ortaya koyan kimsedir. Hz. Ömer"in veciz tarifiyle, “Şehit, kendisini Allah"a adayan kimsedir.”(Muvatta’, Cihâd, 15.)
Allah yolunda hiç çekinmeden canını veren kimse, Hz. Peygamber de buna hem dünyada hem de âhirette şahitlik etmektedir.(Buhârî, Cenâiz, 75.) Çünkü Allah yolunda cihad edenler, iki güzellikten birine erişmekten başka bir arzu beslemezler. Yani ya zaferi yaşayan gazilerden ya da şehitlerden biri olmayı dilerler. Müslümanlar, Allah Resûlü"ne şehitlerin âhirette nasıl bir muamele ile karşılaşacaklarını sordukları gibi şehit yakınları da şehitlerinin durumlarını merak ederek sorular soruyorlardı. Enes b. Mâlik"in anlattığına göre, Hârise b. Sürâka"nın annesi ve Enes"in halası olan Rubeyyi", Peygamber Efendimize geldi. Oğlu Hârise Bedir günü kim tarafından atıldığı belli olmayan bir ok ile öldürülmüştü. Rubeyyi" dedi ki: “Ey Allah"ın Resûlü! Hârise"nin gönlümdeki yerini bilirsin. Eğer o cennetteyse onun için ağlamam. Ama değilse ne yapacağımı (nasıl yas tutup ağlayacağımı) göreceksin. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ona, “Sen aklını mı yitirdin? Cennet bir tane mi? Birçok cennet var ve senin oğlun en yüce (olan) Firdevs cennetindedir.” buyurdu.(Buhârî, Rikâk, 51.)
Şehitlerin farklı dereceleri vardır ve bu dereceler, onların niyetleri ve amelleri istikametinde farklılık arz etmektedir. Bu konuda Hz. Peygamber dört çeşit şehitten söz eder. Birincisi, düşmanla karşılaşıp öldürülünceye kadar Allah"a sadık kalan, imanı sağlam mümin kişidir. Bu kişiye kıyamet günü insanlar başlarını kaldırıp bakacaklardır. Peygamber Efendimiz bunu anlatırken başını o kadar yukarı kaldırmıştır ki sarığı düşmüştür. Sen İkincisi, düşmanla karşı karşıya gelip serseri bir okun isabet etmesiyle şehit düşen kişi olup, canını verirken sanki bir ağacın dikeni batmış gibi hafif bir acı hissedecektir. Bu da imanı sağlam mümin kişidir. Üçüncüsü, hayatta salih ameller ile birlikte kötülük de işleyen, düşmanla karşılaşan ve öldürülünceye kadar Allah"a sadık kalan mümin kişidir. Dördüncüsü, ise kendine yazık eden (günahkâr), buna rağmen düşmanla karşılaşıp Allah"a verdiği sözde durarak şehit oluncaya kadar savaşan mümin kişidir.(Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd, 14.)
Görüldüğü üzere günahkâr da olsa, iman ve salih niyet ile Allah yolunda savaşan ve bu uğurda canını feda eden kimse için şehitlik, hem geçmişteki hataları affettirmenin hem de Allah nezdinde vaad edilen derecelere erişebilmenin yoludur.(Âl-i İmrân, 3/195: Tevbe, 9/52.)
Uhud Savaşı öncesiydi. Daha çok Usayrım lakabıyla bilinen Amr b. Sâbit b. Ukayş henüz iman etmemişti. Yüzündeki demir zırhı ile Peygamber Efendimize gelip, “Ey Allah"ın Resûlü, önce harbe katılıp sonra mı Müslüman olsam?” diye sormuştu. Efendimiz (sav), “Önce Müslüman ol, sonra harp et!” dedi. Bunun üzerine o zât hemen orada Müslüman olup harbe katıldı ve çarpışmada şehit düştü. Bu kişinin şehit olduğu haberini alan Allah Resûlü, “Az amel işledi, fakat fazlasıyla mükâfatlandırıldı.” buyurdu.(Buhârî, Cihâd, 13.) Diğer bir rivayette de Usayrım"ın câhiliye devrinde bir faiz alacağı olduğu için Müslüman olmak istemediği ancak Uhud Savaşı"nda Müslümanlara katıldığı belirtilmektedir. O gün Müslümanların yanına gelip amcaoğullarının ve diğer bazı kimselerin nerede olduklarını sorar. Onlar, “Uhud"da” diye cevap verirler. Bunun üzerine zırhını giyip atına biner ve onların bulunduğu tarafa hareket eder. Uhud"daki Müslümanlar onu görünce, “Ey Amr! Bizden uzaklaş!” derler. O da, “Ben iman ettim.” der ve yaralanıncaya kadar düşmanla savaşır. Yaralı olarak ailesine götürülür. Derken Sa"d b. Muâz onun yanına gelir ve onun kız kardeşine, “Kabilesine olan aşırı bağlılığından dolayı mı, onların düşmana karşı duyduğu öfkeden dolayı mı, yoksa Allah için (kâfirlere) duyduğu öfkeden dolayı mı savaştı diye ona bir sor.” der. Bunun üzerine Amr, “Allah ve Resûlü için (kâfirlere karşı) duyduğum öfkeden dolayı savaştım.” der ve ölür. Böylece bu adam Allah için hiç namaz kılmamış olduğu hâlde cennete girmeyi hakeder.(Ebû Dâvûd, Cihâd, 37.)
Cenâb-ı Hak, şehitlerin yaptıklarının boşa çıkarılmayacağını, onların muradlarına erip cennete gireceklerini haber verir. Hatta onlara “ölüler” denmemesi konusunda insanları uyarır. Çünkü onlar mânen diridirler ancak idrak üstü bu canlılığı diğer insanlar anlayamazlar. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah"ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Âl-i İmrân, 3/169, 170.)
Yüce Allah Kitabı"nda açıkça şunları vaad etmektedir: “Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, yolumda eziyete uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. Andolsun ki Allah katından bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah katındadır.” (Âl-i İmrân, 3/195.)
“Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir ecir vereceğiz.” (Nisâ, 4/74.)
Sevgili Peygamberimiz şehitlere verilecek mükâfatı ve onların nail olacakları nimetleri şöyle anlatmaktadır: “Şehitlerin ruhları (âdeta) yeşil kuşların içindedir. Bu kuşların arşa asılı kandilleri vardır. Onlar cennette istedikleri yerde dolaşır sonra arşa asılı kandillere inerler. Allah onlara şöyle seslenir: "Herhangi bir şey arzu ediyor musunuz?" Onlar da, "Cennette dilediğimiz gibi dolaşabilirken başka ne arzu edebiliriz ki?" Yüce Allah onlara bunu üç defa sorar. Onlar Rablerinden bir şey dilemedikçe bırakılmayacaklarını anlayınca şöyle derler: "Yâ Rab! Ruhlarımızı bedenlerimize geri döndürmeni ve senin yolunda bir defa daha şehit olmayı diliyoruz."” (Müslim, İmâre, 121)
Allah Resûlü başka bir hadisinde de bu anlamda şöyle buyurmuştur: “Ölüp de Allah katında hayırlı bir mertebeye erişen kullar içinde, şehitten başka hiç kimse —kendisine içindekilerle birlikte dünya verilecek olsa bile— yeniden dünyaya gelmek istemez. Şehit, şehitliğin ne kadar üstün bir mertebe olduğunu gördüğü için, dünyaya dönüp bir kez daha şehit olmak için can atar.” (Buhârî, Cihâd, 6)
Cenâb-ı Hakk"ın şehitlere tanıdığı imtiyaz, onların şehit düşme anlarından itibaren başlamaktadır. Onlar ölüm acısını neredeyse hiç hissetmezler, Peygamberimizin ifadesiyle ölüm onlara bir çimdik acısı kadar hafif gelir.
Allah Resûlü, şehitlerin yaptıkları ibadet ve amellerin dahi farklı değerlendirileceğini bildirir. Nitekim Medine"de kardeş ilân ettiği iki şahıstan biri şehit düşmüş, diğeri ise normal bir şekilde ölmüştü. Sahâbe, cenaze namazında Allah"tan onu şehit düşen kardeşinin yanına alması istikametinde dua edince, Allah Resûlü, şehit olanın namazı ve diğer amelleri ile diğerininkiler arasında yer ile gökler arasındaki kadar fark bulunduğunu belirtir.
“Allah katında, şehit için altı ayrıcalık vardır: Kanının ilk damlası ile beraber günahları bağışlanır ve cennetteki yeri kendisine gösterilir, kabir azabından korunur, en büyük korkudan (cehennem azabından) emin olur, imanın elbisesi ile süslenir, hurilerle evlendirilir ve akrabalarından yetmiş kişi için şefaat etmesi kabul olunur.” (İbn Mâce, Cihâd, 16.) “Şehidin başındaki kılıç parıltısı, imtihan olarak ona yeter!” (Nesâî, Cenâiz, 112.) gibi rivayetler şehitler için nakledilen müjdeler arasındadır.
Allah"ın şehitlere verdiği değeri ve şehitlerin kazanacakları mertebeleri, “Allah yolunda öldürülmenin bir benzeri yoktur...” sözleriyle özetleyen Allah Resûlü bir defasında kendisini dinleyen ashâbına bu arzusunu şöyle ifade etmiştir: “Bu canı bu tende tutan Allah"a yemin ederim ki Allah yolunda savaşıp öldürüleyim sonra diriltileyim, sonra öldürülüp tekrar diriltileyim, sonra öldürülüp tekrar diriltileyim, daha sonra tekrar öldürüleyim ve diriltileyim! (Bunu ne kadar da çok isterdim)” (Buhârî, Temennî, 1.)
Rahmet Elçisi"nin şehitliği yücelten bu sözlerinden onun inananları savaşa teşvik ettiği anlaşılmamalıdır. Onun istediği, haklı olunan yolda sebat ve cesaret gösterilmesidir. Nitekim o, ashâbına savaşı istememeleri ve savaşı başlatan taraf olmamaları hususunda şu tavsiyede bulunmuştu: “Düşmanla karşılaşmayı asla istemeyin, ancak karşılaştığınızda da sabırlı olun!” ( Buhârî, Cihâd, 156)
Peygamber Efendimiz şehitliğin yüce bir makam olduğunu ashâbına anlatırken, kişinin taşıdığı niyetin bu konuda belirleyici olduğunu vurgular ve bu hususta sadece Allah rızasının gözetilmesi gerektiğini bildirir. Bu yüzden, kahramanlık için, kavmiyetçilik gereği, riya/gösteriş için savaşanların durumu sorulduğunda şöyle cevap verir: “Ancak, kelime-i tevhidin en yüce olması için çarpışan Allah yolundadır.” (Buhârî, Tevhîd, 28.) Kendisine şehit olduğu bildirilen bir kimse hakkında da Resûlullah (sav), “Asla! Ganimet malından aşırdığı bir elbise içinde onu cehennemde gördüm!” (Tirmizî, Siyer, 21.) buyurarak esas amacı farklı olan ve toplumun hakkına el uzatan bu kişinin şehit olmadığını ifade eder. Buna karşılık, “Kim içtenlikle Allah"tan şehit olmayı dilerse yatağında bile ölse Allah onu şehitlerin makamlarına ulaştırır.” (Müslim, İmâre, 157:) buyurarak samimi niyet ve isteğin önemini vurgulamaktadır. Bir savaşta yanlışlıkla kendi kılıç darbesiyle ölen Seleme b. Ekva"ın kardeşi hakkında da Peygamber Efendimiz, niyetinin halis olmasından ötürü onun şehit olduğunu haber vermiştir.
Allah yolunda, milli ve mânevî değerler uğrunda canlarını feda eden şehitlerin âhiretteki dereceleri diğer insanlardan farklı olduğu gibi şehit olduklarında onlara yapılacak uygulamalar da farklılık arz eder. Allah Resûlü"nün uygulamalarına göre şehitlerin cenazeleri yıkanmaz, kanlı elbiseleri çıkartılmaz. Bu, muhtemelen, savaş alanında şehit olan insanları kolayca yıkayıp kefenlenme imkânının ve o ortamda buna ayrılacak zamanın bulunmaması zaruretinden doğmuştur. Nitekim Resûlullah (sav) bu zarureti kapalı fakat güzel bir üslûpla şu şekilde dile getirmiştir: “Onları kanlarıyla sarıp defnedin. Çünkü Allah yolunda yaralanan her bir yaralı muhakkak kıyamet gününde yarası kanayarak gelir. Kanı kan rengi, kokusu ise misk kokusudur.” (Nesâî, Cihâd, 27.)
Şehitlere cenaze namazı kılınması konusunda Hz. Peygamber (sav) Uhud Savaşı"nın üzerinden sekiz yıl geçtikten sonra şehitlerin cenaze namazını kılmış ve ardından minbere çıkarak, “Ben (size güzel bir makam hazırlamak için) önden gideceğim. Ve size şahitlik edeceğim!” buyurmuştur.(Nesâî, Cenâiz, 61)
Çeşitli hadislerde ifade edilen bir başka konu da “mânevî şehitlik”tir. Rahmet Elçisi, şehitliğin, sadece harp meydanında öldürülmekten ibaret olmadığını, farklı çeşitlerinin bulunduğunu beyan etmektedir. Çok arzuladıkları hâlde şehitlik mertebesine ulaşamayan ashâbın üzüntüsünü dikkate alan Allah Resûlü, büyük felâketler ve onulmaz hastalıklar sonucu ölen müminlerin de şehitlik sevabına nail olacaklarını belirterek onları teselli etmiştir. Abdullah b. Cebr"in aktardığına göre, Allah"ın Resûlü, Abdullah"ın babası Cebr"i hastayken ziyaret etmişti. Efendimiz, Cebr"in yanına girince kadınların, “Biz senin ölümünün Allah yolunda şehitlik şeklinde olacağını zannediyorduk?” diye ağlaştıklarını görünce şöyle dedi: “Siz sadece Allah yolunda (çarpışırken) öldürülmeyi mi şehitlik sanıyorsunuz. O zaman sizin şehitleriniz gerçekten azdır! Allah yolunda savaşırken ölmek şehitliktir. İç hastalıklarından ölmek şehitliktir. Yanarak ölmek şehitliktir. Boğularak ölmek şehitliktir. Yıkıntı altında kalarak ölmek şehitliktir. Aklını kaybederek ölmek şehitliktir. Hamile iken ölen kadın da şehittir.” (Nesâî, Cihâd, 48)
Bunun dışında Allah Resûlü, veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenlerin de şehit olduklarını bildirmiştir. Böylece Allah"ın belirlediği şekilde hayatını devam ettiren kişilerin karşılaştıkları çeşitli bela ve musibetlerin kendilerine mükâfat olacağı belirtilmiştir. Şehitlerin karşılaşacakları muameleyi öğrenen müminlerin içinde hep bu yüce makama ulaşma isteği bulunmaktadır. Allah Resûlü ibadetlerini istenilen şekilde yerine getirirken bela ve musibetlerle karşılaşan, bu durumda da Allah"a isyan etmeyerek sabreden insanların da şehitlik mertebesine ulaşacaklarını bildirmiştir. Bu, sıkıntılı insanlara hem bir teselli hem de bir müjde olmaktadır. Ancak bu tür şehitlerin mükâfatı cenk meydanında öldürülerek şehit olanların mükâfatıyla bir tutulamaz. Zira onlar Allah katında en üstün mertebede bulunacaklardır. Bahse konu olan mânevî şehitler ise Allah"ın sonsuz rahmet ve ihsanından faydalanacaklardır.
Zulme maruz kalarak haksız yere öldürülen kimseler de şehit kabul edilmektedir. Bunlar, içinde bulundukları sıkıntı ve çaresizlik hâline rağmen sabredip Allah"a isyan etmemeleri ve her hâlükârda Allah"a şükredip, çektikleri eziyeti hayra yormalarından dolayı şehitlik mertebesine erişmiş olmaktadırlar. Sevgili Peygamberimiz, insanlığın şerefini ayakta tutan evrensel değerlerin korunmasını, müdafaa edilmesini istemekte ve bu çerçevede malını, namusunu, canını müdafaa ederken öldürülenlerin de şehit sayıldığı müjdesini vermektedir: “Kim malı(nı korurken) öldürülürse şehittir, kim dini uğruna öldürülürse şehittir, kim canı uğruna öldürülürse şehittir, kim ailesi uğruna öldürülürse o da şehittir.” (Tirmizî, Diyât, 21.)
Peygamberimiz, can, mal, ırz ve namusun müdafaasının da tıpkı dinin müdafaası gibi mukaddes olduğunu, dinin bu yüce meziyetleri korumak için var olduğunu ifade buyurmakta ve bu uğurda can verenlerin de şehitler mertebesine ulaşacaklarını belirtmektedir. Dolayısıyla can, mal, namus, akıl, din, millet ve bütün bunların hayatiyetini sürdürdüğü vatanı korumak uğruna ölümsüzleşen insanlar, yeryüzünde bu değerlerin ciddiye alınmasını sağlayarak toplumun rahat ve güven içerisinde yaşamasına vesile olmaktadırlar.
Şehitlik, zaten ölümlü olan insanın, yüce değerlerin yaşatılması uğrunda ve sırf Allah"ın rızasını kazanmak amacıyla canını Allah"a satmasıdır: “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat"ta, İncil"de ve Kur"an"da kesin olarak va"detmiştir. Kimdir sözünü Allah"tan daha iyi yerine getiren? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte "büyük kurtuluş ve mutluluk" budur.” (Tevbe, 9/111.) Canını Allah"a satmanın karşılığında O"nun rızasını ve cenneti kazanmak vardır. İşte bu kârlı alışverişin farkında olan müminler, tarih boyunca, savaş meydanlarına, âdeta bir gül bahçesine girer gibi girmişler, uğrunda yaşadıkları din, vatan, namus için şehit olarak Rablerine kavuştukları hâlde, hayatı güzellik ve iyilik yönünde değiştirme ve yönlendirme konusunda hâlâ aktif bir unsur olmaya devam etmektedirler. Bu da onların biz fark etmesek de, hâlâ hayatta ve aramızda yaşıyor olduklarının en güzel işaretidir.
“Müminlerden öyle adamlar vardır ki Allah"a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb, 33/23)
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM (DİB) YAYINLARI
HAZIRLAYAN : ÜMMÜHAN BAYRAKÇI
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.