Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

KİM BU DİL OĞLANLARI-1

KİM BU DİL OĞLANLARI-1

Değerli okuyucularım dil oğlanları konusuna devam edeceğimizi bir önceki yazımızda belirtmiştik. Batı ülkeleri dönemin en güçlü devleti olan Osmanlı İmparatorluğu ile sürekli ilişki halinde oldular. Osmanlı İmparatorluğu kurulduğu dönemde Anadolu’daki en küçük beylikti diyebiliriz. 1299 yılında kurulduğunda, İnegöl’ü fethettiğinde atlı savaşçı sayısı 150’den azdı. Aynı dönemde Selçukluların savaşçı sayısı 36.000 civarında idi. Yine aynı dönemde son derece etkili bir güce sahip olan komşu beylik Germiyanoğulları da Osmanlıların başarısını gösteremediler. Kuantum yazımızda da belirttiğimiz gibi hiçbir şey nedensellik bağlamından bağımsız değildir. Bu tarihsel gelişmenin tabi ki nedenleri vardır. Zaman akışını isterseniz takip etmeye devam edelim. Osmanlılar, 1354’te Gelibolu üzerinden Avrupa ile tanıştılar. Yaklaşık 100 yılda Balkanlar Türk toprağı haline geldi. 1453 İstanbul’un fethinden sonra hızlanan Avrupa içlerine ilerlemenin son sınırı Avusturya toprakları, Viyana oldu. II. Viyana kuşatması sonrası başlayan geri gidişi hızlandıran 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması’dır.

İşte tüm bu süreçte ve sonrasında batı dünyası ile iç içe olan imparatorluk acaba onların diline, kültürüne ne kadar hâkim idi, bunu hangi eğitim sistemi, okullar ile sağlamaktaydı. Yüzyıllar boyunca Osmanlı eğitim kurumlarında Türkçe haricinde okutulan diller Arapça ve Farsça idi. Asırlar boyunca bu çizgide devam eden yabancı dil eğitimine karşın batılılar geçen yazımızda da belirttiğimiz gibi Osmanlı topraklarında okul kurup dil oğlanlarını İstanbul’a gönderdiler.

Batılılar Osmanlılardan 300 yıl önce dil politikalarını hayata geçirdiler. Venedik, Fransa, Avusturya, Polonya ve İngiltere bu uğurda adımlar attılar. Onlar bu amaçla okullar kurarken Osmanlılar diplomatik ilişkilerin kurulmasında ve yürütülmesinde tercüme işini kendi tebaasındaki dil bilen gayri-müslimlere havale ettiler. 1600’lerden 1700’lerin ortalarına kadar devletin yönetim merkezinin tercümanlığını Fenerli Rum ailelerden olan Mavrocordato Ailesi yapmıştır. 18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun divanda baş tercümana bağlı 8 dil oğlanı vardı. Devletin en mahrem işleri bu ekip tarafından yapılmaktaydı. Bu tercümanlar, diğer ülkelerden gelen yazıları tercüme eder, onlara gönderilen yazıları çevirirler, yabancı elçilerle yapılan görüşmeleri takip ederlerdi. Dış misyon ile ilişkileri yürütür, politikaları aktarırlar, hatta belirlerlerdi. Bu sistem yeni olayların gelişimine kadar sürdü. Ta ki Yunan ayaklanmaları başlayana kadar “Divan-ı Hümayun” bu ve benzeri tercümanlardan yaralandı. Ortaya çıkan güven sorununun çözümü kendi okulunu kurmaktan geçiyordu. II. Mahmut bu amaçla bir okulun kurulmasını istedi. 1821 yılında Bab-ı Ali’nin bünyesinde Türk-Müslüman tercümanlar yetiştirmek için “Tercüme Odası” kuruldu.

Okulun ilk yöneticileri yine sonradan Türk tabiiyetine kişilerden oluşuyordu. Odanın ilk yöneticisi Yahya Efendi Rum Ortodoksluğundan Müslüman olmuştu. Bulgarzade diye anılan Yahya Efendi batı dillerini tam bilmediği gibi Türkçeye de hâkim değildi. Böyle başlayan girişim ilerleyen dönemde yeni gelişmelere sahne oldu. 1823’te yine sonradan tabiiyete geçmiş olan Hoca İshak Efendi Tercüme Odası’nın başına getirildi. Yardımcılığına da damadı getirildi. Batı dillerine hâkim olmanın yanında bir mühendis ve bilim adamı olan İshak Efendi işlerin ilerlemesi için çaba harcadı. 1833’te odanın faaliyetleri hızlandı. Tercüme Odası eğitim ve faaliyetlerini 1871 yılına dek devam ettirdi. Oda bu tarihten sonra Dışişleri Bakanlığının bünyesine alındı. Tercüme Odası sadece tercüman yetiştiren bir okul değildi. Orası aynı zamanda devlet adamı yetiştirme merkezi gibiydi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer dil okulu da 1856’da Paris’te kurulmuştur. Okulun kuruluşunda batı dilleri, bilimini öğrenmenin yanında bir başka çarpıcı neden vardır. Mısır valisi iken isyan edip Kütahya önlerine kadar gelen, imparatorluğu batılı devletlerin kucağına iten Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Paris’te açtırdığı “Ecole Egyptienne” isimli okul bizimkilere de ilham kaynağı oldu. Okulun ilk müdürü Binbaşı Ali Nizami Bey’dir. Okul sadece dil eğitimi değil aynı zamanda diğer derslerin de işlendiği bir okul olmuştur. Maalesef bu girişim de bekleneni veremedi. 1864 yılında Paris büyükelçisinin gönderdiği raporda okulda işlerin iyi gitmediği detaylı şekilde anlatılmaktadır. 25 yaş üstü gönderilen öğrenciler ülkemizdeki öğrenciler istenilen seviyede dil öğrenemedikleri gibi mezunlar İstanbul Mekteb-i Harbiye’sinin istediği niteliğe ulaşamamıştır. Bunun temel nedeni tabi ki kötü yönetimdir. İstanbul’da Mekteb-i Sultani açıldıktan sonra 1874 yılında Paris’te bulunan Osmanlı Mektebi kapatılmış, öğrenciler İstanbul’a gönderilmiştir.

Değerli okuyucular bir önceki yazımızda batıdaki dil oğlanlarını, bu hafta da bizdeki dil oğlanlarını özetlemeye çalıştım. Yeni, farklı bir konuda buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın.

Bu yazı toplam 2270 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
9 Yorum
Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR Arşivi
SON YAZILAR